İslam’ın her konusu önemlidir. Her konunun fıkıh, kelam ve tasavvufu ilgilendiren bir boyutu da vardır. İslam’da ehl-i beyt konusu da öyle bir konudur ki, İslam’ın tüm disiplinlerini bir aşk mayasıyla kendisinde toplayan ve günümüz Müslümanlarının gönlünde dini hayat için önem arzeden bir hale gelmiştir. Bu konu sadece tarihin bir konusu olmaktan çıkmış, her asırda müslümanın dünyasında, toplumların sosyolojik hayatında, bazı dönemlerde de kurumsal boyutta işlevsellik kazanmıştır. Hala İslam araştırmacıları için, gün be gün tazelenen bir ilim ve damarı olmaya devam etmektedir. Bu evlekte ilim ehli ve gönül ehli insanlar yürümeye devam etmektedir.
Her gönül insanı, kendi hayat serencamında düşünce, duygu, davranış ve estetik adına mutlaka ehl-i beytten bahsederek ümmeti, içinde yaşadığı toplumu, kendi öz milletini bu konudan haberdar kılmaya çalışmıştır. Çünkü ehl-i beyt konusu her gönül ehlinin mutlaka uğradığı bir manevi durak hükmündedir. İşte Onkolog Dr. Haluk Nurbaki de bu gönül ehillerinden birisi, belki de en coşkulusudur. Asistanı Uğur İlyas Canbolat’a göre de ‘Ehl-i Beyt Nurbaki için mihenk taşıdır.’ Bu sayımızda bizler de Feyz Dergisi olarak ‘Nurbaki’de Ehl-i Beyt’ konulu bir dosya açmayı okuyucularımız adına uygun gördük. Aşk ve şevkle okuyacağınızı ümid ederek siz okurlarımızı farklı bir sunumdaki bu güzide dosyayla baş başa bırakıyoruz.
Her Müslümanın Ehl-i Beyt’i tanıması Şart
Nurbaki’ye göre her müslüman, Efendimiz’in hayatını, imkanı nisbetinde mutlaka ayrıntılarıyla öğrenmek, bilmek durumundadır. İşte bu hayatı ayrıntılarıyla bilmek, öğrenmek hevesine düşen insanlarımızın otomatik olarak Ehl-i Beyt’i tanıması, Efendimiz’in soyunu, yakınlarını tanıması aynı şekilde bir zorunluluktur. Bu tanımada bazı insanların tuhaf bir gafleti vardır ve bu sevgiyle sanki mezhep çekişmelerine düşeceklerini sanmaktadırlar. Halbuki, Ehl-i Beyt sevgisinin mezhep kavramlarıyla ilgisi yoktur. Ehli Beyt sevgisi, Fahri Kainat Efendimiz’e karşı duymaya zorunlu olduğumuz sevginin bir parçasıdır. Yani Efendimiz’in yakınlarını Efendimiz’den ayrı tutarak bir peygamber sevgisi mümkün değildir. Dolayısıyla tasavvuf alemi Efendimiz’e gönülden yaklaşımı ilke edinen bir sistem olduğu için hemen hemen bütün tarikatların ve tasavvuf ehlinin vazgeçemeyeceği çok ince bir hesaptır Ehli Beyt sevgisi.
İmanla Alakalı Bir Sevgi
Nurbaki Hoca’ya göre Efendimize sevgide sınır yoktur ve ehl-i beyt sevgisi de tam olarak imanla alakalıdır. Çünkü Efendimiz’in yakınlarına sevgide sınır yoktur. Efendimiz’e duyulan sevginin de sınırı yoktur. Bir insanın Allah’a karşı duyduğu sevgide zaafa düşmesi mümkündür, çünkü kavranması, bilinmesi imkânsızdır. Ama Fahr-i Kainat Efendimiz aşikar olarak ortaya çıkmıştır. Allah, Fahri kainat Efendimiz’i apaçık yansıtmıştır. Eğer Efendimiz’e karşı sevgide hata işlersek, telafisi de yoktur, tedavisi de. Bu bakımdan, Efendimiz’e olan sevgiyi yoğunlaştırırken, böyle bir takım ilkel tartışmalarla Efendimiz’in sevdiklerini sevmekte kusur etmek pek büyük bir gaflet olur. Şimdi bunun için size önemli bir misal vereceğim. Allah ve Resulüne iman kuşkusuz ki hayatın temelidir. İmansız şey, tamamen çürümüş, kurumuş, dökülmüş bir fosilden başka bir şey değildir. Şimdi iman hayatın temeli olduğuna göre, bu imanın oturacağı yer neresidir, yaşayacağı yer neresidir, bunu tayin etmek lazım gelir. İmanın oturacağı yer kalptir, gönüldür. İman beyine oturmaz. Amel beyne oturabilir, çünkü yapacağınız işleri düzenlemek için, daha verimli devam edebilmek için beyne, akla ihtiyacımız vardır. Ama imanın oturacağı yerde akılla, mantıkla hareket etmeye kalktığınız gün gemi batar, çünkü yeri orası değildir.
İman ancak kalbe oturur. Madem ki iman kalbe oturuyor, öyleyse onun esas öğesinin ne olması gerekir? Bunun üzerinde çok ciddi düşünelim. Kalbe oturan bir şeyin sermayesi ne olur? Diyelim ki insan yer, içer, nefes alır. Peki ya kalpteki hayat nasıldır diye düşündüğümüz zaman, kalpteki hayatta tek bir enerji maddesinin var olduğunu görürüz: Sevgi. Kalp başka bir etkiyle, başka bir güçle hayatını devam ettiremez. O halde imanın devam edebilmesi için sevgi mutlak şarttır, kaçınılmaz şarttır. Hiç kimse “Ben iman ettim, ama elimden sevgi gelmiyor,” diyemez. Derse, o zaman ona, “öyleyse imanın hastadır, tedavi ettir,” diyebiliriz.
Efendimiz’e karşı olan sevdanın sırrı nedir?
İşte bunu esas aldığınız zaman, kalpteki sevginin, Fahr-i Kainat Efendimiz’e karşı sevgi kelimesi çok azdır. Sevda demek lazım gelir. Gine bu kelimelerden bazan aşk kelimesini tasavvufta çok kullanıldığı için kullanıyorum. Çünkü arapçada sevgi kelimesine karşılık olarak aşk kullanılmaz. Bu yüzden Kur’an’da aşk kelimesi geçmez. Efendimiz’e karşı olan sevdanın sırrı nedir? Nasıl oluyor da “seviliyor, veya az seviliyor veya hiç sevilmiyor,” gibi sorular akla geldiği zaman, bunu doğrudan doğruya yaratılışın ana hükmündeki yerini tayin ile bağdaştırabiliriz. Elest Meclisi’nde Allah’ın (Celle Celalühu) o büyük günde “Kendinizi ölçüp biçin, benim kulum olduğunuzu anlayın” dediği zaman, hiç kimsenin çıkmayıp da sadece Fahr-i Kainat Efendimiz’in “Evet, Rabbimiz olan Sensin!” demesi hadisesi bir sevgi bombasıdır. Öyle bir sevgi nükleer bombasıdır ki, Efendimiz bunu söyledikten sonra Elest Meclisi’nde bu sefer bu hadisenin çok yüksek dozdaki cereyanının etkisi altında kalanlar ve kalmayanlar ortaya çıkmıştır. Bu cereyandan nasibi olanlar mutlaka gönülde sevgi cereyanı taşır. Nefs buna mani olmak ister, insanlar dünya menfaati içinde bu sevgiyi küçümser veya görmezlikten gelmek ister.
Bunların hepsi teferruatdır, ama efendimiz’in Elest Meclisi’ndeki hamd niyazından nasibi olanlar, mutlaka gönüllerinde sevgi kabiliyeti taşıyan insanlar olur. Binaenaleyh, birn insan böyle bir kabiliyeti olmadığını ya da bunun zayıf olduğunu hissediyorsa mutlaka mana doktoruna bu hastalığını tedavi ettirmesi lazım gelir. Çünkü Elest’ten gelen bir rahatsızlıksa tedavisi çok güçtür. Şimdi bu ölçüler içinde baktığımız zaman, sevginin ışığının imanın çok üstünde olduğunu görürsünüz. Bakınız bu çok önemlidir. Sevgi imanın çok üstündedir. Bunu belki kelamcılar fazla anlayamaz. “Bundan daha üstün bir şey olur mu?” derler. Ama buradaki incelik şudur: Eğer söz konusu olan, iman-ı hakiki ise mutlaka sevgi vardır. Onun için sevgi imandan üstündür diyoruz. Eğer sevgi yoksa, ötekisi zaten iman-ı zahiri olur.
Hz.Peygamberin Sevgisi Nasıl Kazanılır?
Nurbaki Hoca Hz.Peygamber’in yakınlarını sevmeyi Hz.Peygamberi sevmekle direkt irtibatlandırır ve muhteşem bir şekilde Hz.Dıhye örneğini vererek şöyle der: ‘Yani Efendimiz’e bağlılık gösteren o Ashab-ı Güzin’in hayatlarını biliyoruz. İşte sevgi odur ve bu ancak gönül içerisinde bir yanardağ gibi devamlı yanan bir ateştir. Yanardağ gibi yanan bu ateşin özünde mutlaka Efendimiz’e duyulan sevgi ile beraber, O’na ait olan her şeye karşı duyulan sevgi olacaktır. Az önce dikkat ederseniz, mezheplerin lüzumsuz gerginliklerini tanıtırken Ashab-ı Güzin’i sevmenin zorunlu olduğunu kastetme sebebimiz budur. O da Efendimiz’den gelmiş bir ışıktır. Ama Ehl-i beyt, Efendimiz’in bizzat madde, mana bütünü ile yansıttığı bir cereyandır. Şimdi bu sistemin içerisindeki hadiseleri tetik ederken şöyle yapmalıyız: Allah, elest meclisi’nde müsbet puan almış, Efendimiz’in akıl almaz aşk cereyanına kapılmış ruhları ve insanları bir büyük tasnife tabi tutmuştur.
Mesela, bin puan üzerinden müsbet olması lazım gelenlerden aşağıya doğru bir puan alanlara kadar inelim. Böyle bir dizi vardır. Bunların en başında sekiz yüz elli,dokuz yüz puanlı süpernovalar, ruhlar Asr-ı Saadet’te Efendimiz’in etrafına ışınlanmışlardır. Bunların bir kısmı akrabalık şeklinde, bir kısmı da Ashab-ı Güzin şeklinde ışınlanmıştır. Her ikisi de yüksek puanlı aşk-ı Muhammedi taşıyan cereyanlardır. Binaenaleyh, biz buları tanırken, severken, onlara yaklaşırken, hep bu ölçüde mütalaa etmeliyiz. Ama buradaki ince hadise, Efendimiz’in gönlünü incitmeyecek temel sloganları bulabilmemizdir. Bu çok önemlidir. Bakınız, bunun en iyi misali, Hazret-i Dıhye misalidir.
Hazret-i Dıhye’nin özelliği nedir acaba ?
Hazret-i Dıhye Medine’de yaşayan ve oldukça geç müslüman olmuş, iman etmiş bir zattır. Bu zat, Efendimiz’i her gördüğünde saygısını gösterir, fakat bir türlü gelip iman etmezdi. Efendimiz de bir defa olsun “Neden iman etmiyorsun?” diye sormazdı. Çünkü bu Efendimiz’in, dolayısıyla yaratılışın temel ilkelerinden bir tanesidir. Kendini sevk edecek! İrşad veya ila-yı kelimetullah başkadır, iman teklifi başkadır. Bir topluluğa gerçekleri anlatırsınız, “lütfen iman ediniz” dersiniz, ama gerçekleri duymuş bir insanı, kendisinden bir ışık gelmedikçe, yakasından tutup getiremezsiniz.
Çok incedir İslamiyet. Şimdi, “Hazret-i Dıhye’nin özelliği nedir acaba ?” sorusunun cevabını söylemezsem, Ehl-i Beyt’i anlatamam. Hazret-i Dıhye, Efendimiz’ karşı sonsuz saygısı olan, Efendimiz’i çok hoş, çok güzel, çok sevilecek bir adam olarak görmüş, gönlünde bir sıcaklık hissetmiş, ona hizmet etmek için çırpınıyor. Ama bakınız, iman ayrı bir fasıl. Allah hususi surette Hazret-i Dıhye’nin imanını geciktirmiştir. İman ile sevgi arasındaki farkı anlayalım diye geciktirmiştir. Yoksa Allah isteseydi onu da bizzat Mekke’de ışınlar, Hazret-i Ammar gibi İslamiyet’in ilk gününde elinde kılıcıyla sahneye sokardı. Sokmamış, geciktirmiş, neden? Sevginin değerini bize anlatsın diye. Hazret-i Dıhye, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin efendilerimize hizmet etmek, Resulullah’ın hanesine hizmet etmek için bir çaba sahibiydi. Bir şey götürülecek olsa hemen o alır götürürdü. Onlara karşı sevgisini farkında olmadan böyle ifade ederdi. Bir gün Hazret-i Cebrail çeşitli kılıklarda gelirken Hazret-i Dıhye’nin kılığına girip geldi. Cebrail gelir gelmez, Hazret-i Hasan ve Hüseyin hemen koşup kucağına oturdu. Şaşırdı Cebrail. Efendimiz dedi ki, “Onlar Dıhye’yi çok severler, seni de Dıhye zannettiler. Çünkü her gelişinde onlara bir hurma, bir üzüm gibi birer hediye getirir.” Bu söz üzerine Cebrail hemen cennetten iki salkım üzüm aldı. Hatta onun da tuhaf bir öyküsü vardır. Üzümlerden biri yeşil, biri kırmızıdır. Kırmızıyı Hazret-i Hüseyin’e, yeşili Hazret-i Hasan’a vermiştir. Bu da bir işarettir, çünkü Hazret-i Hasan zehirlenerek şehid edildiği için dünyasını değiştiği zaman yüzü adeta yeşildi. Kırmızı renk de belli ki, Hazret-i Hüseyin Efendimiz’in şehadetini temsil ediyordu.
Şimdi Dıhye bunları yapmış, Cebrail’i bile kıskandırmış. Bu arada, önemli bir hadise daha var. Fahr-i Kainat Efendimiz dünyasını değişeceği zaman, Hazret-i Azrail, “Ya Rabbi, ben Senin sevgilinin ruhunu kabzetmeye nasıl giderim, beni affetsen,” diye niyazda bulundu. Allah (Celle Celalühu) “Biliyorsun ki benim habibim kulluğu çok sever, kul muamelesi görmezse bana küser,” dedi. Bunun üzerine Azrail, “Hiç olmazsa O’nun en sevdiği kılıkta gideyim ki, yanına varışım öyle bir sıcak olsun” deyince, Cenab-ı Hakk ekranına bakarak o anda Efendimiz’in gönlünde Dıhye’nin olduğunu haber verdi. Tabii bunlar mana ilimlerinden geldiği için, nasıl olmuş, nasıl etmiş, kim etmiş, kime söylemiş gibi sorular sorulmaz.
Tereddüsüz İman
Hakikaten Hazret-i Azrail, Hazret-i Dıhye kılığında intikal etti Efendimiz’e. Bunun ispatı da nasıl oldu biliyor musunuz? Sabahleyin Hazret-i Azrail Dıhye kılığında Efendimiz’in hane-yi saadetlerinden çıkıp gidiyor. Öğleden sonra hakiki Dıhye haberi alıp koşarak, saçını-başını yolarak geliyor. Çünkü Hazret-i Dıhye öğleden sonra geldiğinde hali bir acayipti. Onun dayanılmaz ızdırabını hiç kimse böyle gösteremez, mümkün değil. Bu sevgi işte böyle ayrı bir hususiyet. Dıhye’ye dediler ki, “Sabahleyin sakin sakin geldin de, şimdi niye saçını başını yoluyorsun?” “Vallahi ben yeni duydum, ilk defa geliyorum” diye yanıtladı Hazret-i Dıhye. Yani böyle ispatlı, şahitli bir hadisedir. Ne demek bu? Resulullah’ın gönlünde bir sevgi kazanabilmektir. Çünkü mukabil sevgisi olduğu için bu sevgiyi kazanabildi. İşte buradan alırsanız sevginin ne kadar önemli olduğunu, Efendimiz’in dünyadan ayrılırken son anda gönlünde Dıhye’nin fotoğrafını bıraktıran hadisenin de ne olduğunu anlarsınız. Bunu bırakalım ona göre Ehl-i Beyt’i ne kadar sevmemiz lazım geldiğini anlayalım. Onun Efendimiz’in gönlünde fotoğrafını bıraktıran sebep, Hazret-i Hüseyin ve Hasan’a karşılıklı olan sevgileridir.’
Hz.Dıhye’nin bu özel konumunun sebebi nedir?
Ehl-i Beyt’le olan yakın irtibat ve derin sevgiye bağlar Nurbaki Hoca… İlmin ve maneviyatın temeli ve en önemli saiki olarak görür Ehl-i Beyt’i… Çünkü Hz.Peygamber’le birlikte Hz.Ali, Hz.Fatıma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’den oluşan âbâ ehli bu sevgi beşlisi, ilmin ve maneviyatın temeli, Hz.Peygamber’in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayrılmaz birer parçasıdır:
Ehl-i Beyt Sevgisinde Ehl-i Âba’nın önemi çok önemlidir
‘Bu beşli kesinlikle sevginin kaynak yapılmış halkası ve bu, Fahr-i Kainat Efendimiz’in gönlüne giden yolun kapısıdır kesinlikle. Bu sevginin hikmetinde insanlar buraya yaklaşırken, Hazret-i Fatıma’yı, Hazret-i Hasan ile Hüseyin’i, Hazret-i Ali’yi aynı paralelde görüyor ve ayırmıyorum. Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’e karşı olan sevgi açısından düşünecek olursak, Allah tayin etmiş, birisi ilmin tapusunu almış, birisi cesaretin, heyecanın tapusunu almış. Yani bir müminin gönlünde ilme giden yol Hazret-i Hasan koridorundan geçer. Aşka, heyecana giden yol da Hazret-i Hüseyin koridorundan geçer. Binaenaleyh, bu koridorlardan birisine geldiğiniz zaman, diyelim ki, bir müslümansınız, iyi niyetle çalışıyorsunuz, hizmet ediyorsunuz. Eğer Cenab-ı Hakk size bir ilim kapısı vermişse, Hazret-i Hasan Efendimiz’in huzuruna gideceksiniz. Aşk kapısı vermişse Hazret-i Hüseyin Efendimiz’in huzuruna gideceksiniz. Buralara gitmeden bu iki yücenin sırrına kavuşmadan Hazret-i Fatıma’nın sırrına kavuşamazsınız ve bu sırra kavuşmadan da Fahr-i Kainat Efendimiz’in kapısından hiç kimse içeriye alınmaz. Hiç kimse boşuna heveslenmesin, bu ölçüler içinde tuttuğunuz zaman Ehl-i Beyt sevgisine çok ciddi sıcaklık gerekir. Bu ciddi sıcaklık gerek Hazret-i Hasan Efendimiz’in gerek Hazret-i Hüseyin Efendimiz’in hikmetleri içerisinde Hazret-i Fatıma sırrından doğar.
Çünkü Hazret-i Fatıma’nın iki büyük özelliğinden bir tanesi babasına ve Allah’a karşı olan aşk ve heyecanı, bir tanesi de ilmidir. Çünkü Kur’an’ın enfüsi manalarını yorumlayan tek müfessir Hazret-i Fatıma’dır. Yani Kur’an’ın enfüsi manalarına ait tasavvufa gelen bütün bilgiler Hazret-i Fatıma’dan gelmiştir. Şu halde ilmin ve sevdanın kapısı olan Hazret-i Fatıma’yı sevmeden kimse ne ilim edinebilir, ne de kimse aşk edinebilir. Ondan dolayıdır ki, Ehl-i Beyt sevgisi olmayan insanların kitaplarını açıp okuduğunuzda, yazdıklarının çoğunun kellim kellim la yenfa olduğunu görürsünüz. Bir yere varamamışlar, çünkü kendileri de anlamamış. İşte bu hikmetler içinde mütalaa ettiğiniz zaman, Ehl-i Beyt sevgisinin çok kaçınılmaz bir cereyan olduğunu kabul etmek lazım gelir.’
Peki, Ehl-i Beyt’i sevmenin ibadet hayatımıza etkisi ve bizi başkalarından farklı kılan tarafı ne olmalıdır? Haluk Nurbaki Hoca’da bu sorunun cevabı çok nettir:
‘Ehl-i Beyt sevgisi duyan bir insan onlara layık olmak için hata yapmaktan utanır. Bir insan diyelim ki Hazret-i Hüseyin’i çok seviyor, Hazret-i Hasan’ı çok seviyor, Hazret-i Fatıma’yı çok seviyor. Bu insanın Kur’an ahkamını uygulamakta diğer insanlardan bin metre daha ileride olması lazım. Basit günlük misaller vereyim. Diğer insanlar on lira infak ediyorsa, onları sevenlerin bin lira infak etmesi lazım. Bu kadar önemlidir. Diğer insanlar namazlarında biraz laubali ise, onları sevenlerin namaza dört elle değil bütün vücutlarıyla haşır-neşir olarak sarılması lazım.
Çünkü onları o sevgi Ehl-i Beyt’e takdime götürecektir. Çünkü kıyamette, hatta mezara intikal ederken, hatta Alem-i Ledun’da -bunlar mertebe mertebedir, biliyorsunuz,- ve nihayet mana alemine intikalde bu sevgi tek motor kuvvettir. Az önceki otomobil misalinde verdiğim gibi, bu akünün cereyanı var sizde, ama bu sefer kontağı çeviremiyorsunuz. Akünüzü takmışsınız, kontağı çeviremiyorsunuz, bu da abestir. İşte bütün bunlar düşünüldüğü zaman Ehl-i Beyt sevgisinin insanı her türlü yılgınlıktan, her türlü hatadan, her türlü arızadan kurtaracak tek merci olduğunu bilmek lazım. Bunlar kurtarıcıdır, hayat cereyanlarıdır, ama siz bu hayat cereyanlarını alır da kendinizi zehirlerseniz, kendinizi bir nevi sis odasına korsanız, bu da acayip bir şey olur.
Çünkü sevginin pazarlığı olmaz. Kişi seviyorum diye inanıyorsa, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin Efendilerimiz, Resulullah’ın yüce yasalarına, yüce emirlerine ve çok titiz oldukları konulara karşı laubali davranan insanları nasıl kabul ederler huzurlarına? Burada Hazret-i Ali gerek ibadet açısından gerek taat açısından gerekse Kur’an’ı uygulama açısından Efendimiz’den sonraki en büyük örnektir. Yani onun sırrı içerisinde onun sevgisi içerisinde bu uygulama parantezinde, lütfen Ehl-i Beyt’e benzemek ister. Yani ben seviyorum deyip de sonra onlar nasıl olursa olsun ben burada böyle acayip bir meyve gibi duracağım demek mümkün değil olmaz.’